• Anasayfa
  • Forum
  • Yeni Konular
  • Üye Listesi
  • Kimler Online?
  • Arama Yap
Tarih: 22-02-2019, Saat: 12:19 Hoşgeldin, Ziyaretçi: (Giriş Yap — Üye Ol)

[-]
DUYURULAR
Dikkat
ŞİFACILIK KURSU

Ruhsal Enerji » Parapsikoloji & Metafizik & Okültizm & Evrensel Enerjiler » Metafizik & Okültizm & Evrensel Enerjiler » Ezoterizm v
1 2 3 Sonraki »
» Batı ezoterizminde insan sembolizmi


  Konuyu Oyla:
  • Toplam: 8 Oy - Ortalama: 3.75
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
 
Cevapla 

Batı ezoterizminde insan sembolizmi

23-11-2012, 14:34
Yorum: #1
Çevrimdışı
cansuu
  • Yorum Sayısı: 1,045
    Üyelik Tarihi: 27-02-2011
    Teşekkürler: 2291
    769 mesajına 3166 tşk. edildi.
  • PM cansuu


Üye Bilgileri Cinsiyet: Belirtilmedi
Burç: Belirtilmedi
Kan Grubu:
Mesaj Sayısı : 1,045
Üye No: 4874
Durum: Çevrimdışı

Yeni Üye  Yeni Üye

*
Batı ezoterizminde insan sembolizmi
[Resim: nocanvas_bati-ezoterizminde-insan-sembolizmi-hdmxz.jpg]
İnsan Bedeninin Sembolizmi

Bütün sembollerin en eskisi, en evrenseli ve en derini insan be­denidir. Yunanlılar, Persler, Mısırlılar ve Hindular insanın üçlü doğasının felsefi analizini ahlaki ve dini terbiyenin vaz­geçilmez bir parçası olarak görmüşlerdir. Her ulusun gizem okulları yasaların, elementlerin ve evrenin güçlerinin insan be­deninde özetlendiğini, insanın dışında var olan her şeyin insanın içinde bir ben­zere sahip olduğunu öğretmiştir. Devasa boyutlarıyla ölçülemez, derinliğiyle kavranamaz olan evren, insanın idrakinin ötesindedir. Tanrılar bile, onlara kay­nak olan ulaşılamaz ihtişamın yalnızca bir kısmını kavrayabilirler. İnsan ilahî cezbe ile dolduğunda, kısa bir süreliğine kişiliğinin sınırlarını aşabilir ve bütün yaratımın içinde yüzdüğü ilahî nura şahit olabilir. Fakat insan en büyük aydın­lanmasında bile semavi faaliyetin çok yüzlü kusursuz imgesini akılcı ruhuna ka­lıcı bir şekilde işlemekten acizdir.

Akli melekelerin kavrayışını aşan şeylerle entelektüel olarak uğraşmanın beyhudeliğini gören ilk filozoflar, dikkatlerini algılanamaz olan Ulûhiyet’ten çeke­rek insana çevirmişler, onun doğasının sınırlı çerçevesi içinde dışsal âlemlerin gizemlerinin tezahür ettiğini görmüşlerdir. Bu benzeştirmenin doğal bir sonucu olarak Tanrı’yı Büyük İnsan ve insanı Küçük Tanrı olarak gören gizli bir tanrı- bilimsel sistem oluşturmuşlardır. Büyük evrene, Büyük Âlem veya Vücut anla­mına gelen Makrokozmos denmiş, onun işlevlerini kontrol eden ruhsal entiteye, yani İlahî Hayat’a ise Makroprosopus denmiştir. İnsan vücuduna, yani bireysel beşeri evrene ise Mikrokozmos, onun işlevlerini idare eden ruhsal entiteye ise Mikroprosopus denmiştir. Pagan gizem okulları öncelikle neofitlere Makrokoz­mos ile Mikrokozmos arasındaki -yani Tanrı ile insan arasındaki- hakiki ilişkiyi öğretmeyle ilgilenmiştir. Buna göre, Mikrokozmik insan ile Makrokozmik insa­nın işlev ve organları arasındaki analojilerin anahtarları, ilk dönem inisiyelerinin en kıymetli mülkü olmuştur.
[Resim: el.JPG]
H. P. Blavatsky Isis Unveiled adlı eserinde paganların insan anlayışını şu şe­kilde açıklamaktadır: “İnsan küçük âlemdir (evrenin içinde küçük bir evren). Tıpkı cenin gibi, üç ruhunun yardımıyla, makrokozmosun rahminde asılı durur. Dünyevi bedeni, onun ebeveyni olan yer ile sürekli bir ilişki içindeyken, astral ruhu yıldızlara ait anima mundiile birlik içinde yaşar. Dünyada her şeye nüfuz eden elementler, uzayı da doldurduğu ve uzay kıyısız ve sonsuz olduğu için, insan ve uzay birbirinin içindedir. İnsanın üçüncü ruhuna gelince, o En Yüksek Sebep, âlemin Ruhani Nuru’ndan yayılan sayısız ışınımlardan biri olarak sonsuz bir ışından başka ne olabilir? Bu organik ve organik olmayan, ruhani ve fiziksel doğanın teslisidir. Bu teslis üçteki birdir. Proclus’un söylediği gibi ‘Monad, ilk olarak, Sonsuz Tanrı’dır; ikinci olarak, ebediyettir, üçüncü olarak paradigma ev­renin kalıbıdır.’ Bu üçü, Akli Triad’ı oluşturur.”
[Resim: insanucluhayat.JPG]
Putperestliğin din haline gelmesinden çok önce, ilk rahipler tapınağın kutsal odasına bir insan heykeli koymuşlardı. Bu insan sureti, bütün karmaşıklığı içinde İlahî Kudret’i sembolize ediyordu. Dolayısıyla kadim zamanların rahipleri, ders kitabı olarak gördükleri insanı inceleyerek, bir parçası oldukları semavi planın daha yüce ve soyut gizemlerini öğreniyorlardı. İlkel sunaklar üzerinde duran bu heykeller, tıpkı gizem okullarındaki kimi (amblemsel) el şekilleri gibi rölyef veya boyama hiyerogliflerle kaplıydı. Belki heykelin içi açılabiliyor, organlar, ke­mikler, kaslar, sinirler ve diğer organların konumları görülebiliyordu. Çağlar süren araştırmaların sonunda manken karmaşık hiyeroglifler ve sembolik glifler yığınıyla kaplanmıştı. Her uzvun kendine ait gizli bir anlamı vardı. Bu uzuvla­rın oranları, kozmosun bütün kısımlarının ölçülerini veriyordu. O bilgelerin ve hiyerofantların sahip oldukları bütün bilgiyi taşıyan muhteşem bir bileşik sem­boldü.

Fakat sonra putperestlik geldi. Gizem okulları onun içinde çürüdü. Sırlar kay­boldu, sunağın üzerinde duran gizemli insanın kimliğini artık hiç kimse bilmi­yordu. Tek hatırlanan şey heykelin Evrensel Kudret’in kutsal bir sembolü olduğuydu. Nihayet insanlar onu bir tanrı, insanın ilk sureti olarak görmeye baş­ladı. Mankenin yapılış amacının bilgisi kaybolduktan sonra, rahipler tasvire ta­pındılar, ta ki ruhani kavrayış eksiklikleri tapınağı başlarına yıkana ve tasvir de onun anlamını unutan medeniyetle birlikte parçalanana kadar.

Geçmiş asırların inisiye akılları, ilk tanrıbilimcileri, insanın aslında Tanrı su­retinde yaratıldığına dair varsayımdan hareketle, insan bedeni üzerinde devasa bir teolojik yapı inşa etmişlerdir. Bugünkü dünya dinlerinin çoğu, inançlarının ve öğretilerinin kaynağının biyoloji bilimi olduğu gerçeğini bilmez. Modernlerin, Ulûhiyet’in doğrudan vahiylerine dayandığına inandığı yasalar ve ahlak, ger­çekte, beşeri yapının karmaşıklığına dalarak asırlar süren sabırlı araştırmaların ve bu araştırmayla ortaya çıkarılan sonsuz harikaların meyveleridirler.

Dünyanın neredeyse bütün kutsal kitaplarında bir anatomik mecaz bulunabi­lir. Özellikle yaratım mitlerinde, bu çok belirgindir. Cenin hayatı ve gebelik hak­kında bilgi sahibi olan herhangi bir insan, Âdem ile Havva, Eden Bahçesi, Eleusis Gizemleri’nin dokuz derecesi, Brahmanların Vişnu’nun bedenlenmesine dair ef­sanelerinin mecazi temellerini görmekte zorluk çekmeyecektir. Evrensel Yu­murta, İskandinav Ginnungagap miti (dünyanın tohumunun atıldığı uzaydaki karanlık uçurum), ebeveynsel üretme gücünün sembolü olarak balığın kullanıl­ması, tümü, teolojik akıl yürütmelerin gerçek kaynağına işaret eder. Kadim fi­lozoflar, insanın, hayat bulmacasının anahtarı olduğunun farkına varmışlardı; çünkü insan İlahî Plan’ın yaşayan imgesiydi. Gelecek çağlarda insanlık şu kadim sözlerin ciddiyetini bir kez daha tümüyle kavrayacaktır: “İnsan insan olmanın ne demek olduğunu araştırmak demektir.”

Tanrı ile insan ikili bir yapıya sahiptir, bu ikili yapının daha üstün olan kısmı gayp âlemindeyken, yani görünmezken, aşağı olan kısmı zuhur âlemindedir, yani görünür. Bu ikisi arasında bir de görünür ve görünmez doğanın birleştiği arabu­lucu bir alan vardır. Tanrı’nın ruhani doğası, -aslında kristalize bir fikirden başka bir şey olmayan- O’nun nesnel evrensel doğasına nasıl hâkimse, insanın ruhani doğası da, görünür maddi kişiliğinin görünmez sebebi ve hükmeden gücüdür. Dolayısıyla açıktır ki insan ruhunun maddi bedenle ilişkisi Tanrı’nın nesnel ev­renle ilişkisine benzer. Gizem okulları, ruhun, yani hayatın formdan üstün ve evvel olduğunu, üstün ve evvel olanın aşağı ve sonra olana egemen olduğunu öğ­retiyordu. Ruh formdan üstün olduğu için, form ruh âleminin içindedir. İnsanın bedeni içinde bir ruhun var olduğu inancı da yaygındır. Fakat teoloji ve felsefe­nin sonuçlarına göre bu inanç hatalıdır, çünkü ruh bir şeyin içinde tezahür et­meden önce onu çevreler. Felsefi açıdan, form, ruhtan ayrı olmasına rağmen, ruhun içindedir, bununla birlikte ruh formun toplamından daha fazladır. İnsanın maddi doğası nasıl ruhun bütünselliği içindeyse, Evrensel Doğa da -bütün yıldız sistemleriyle birlikte- her şeye nüfuz eden Tanrısal özün, Evrensel Ruh’un için­dedir.

Kadim irfanın başka bir mevhumuna göre, ister ruhani ister maddi olsun, bütün bedenlerin üç merkezi vardır. Yunanlılar bunlara yukarı merkez, orta mer­kez ve aşağı merkez adlarını vermiştir. Buradaki kasıtlı belirsizliğe dikkat edil­ melidir. Soyut zihinsel hakikatleri eksiksiz bir biçimde şeklen veya sembolle ifade etmek imkânsızdır, çünkü metafizik ilişkilerin bir özelliğinin şekille tem­sili, onun diğer bir özelliğiyle çelişebilir. Genellikle yukarıda olan soyluluk ve güç bakımından daha üstün görülür, oysa gerçekte merkezde olan hem yukarıda olduğu söylenene, hem aşağıda olduğu söylenene üstündür. Dolayısıyla aslında yukarıda olan, merkezde olandır, aşağıda olanlar ise onun altındadır. Okuyucu yukarı kelimesini kaynağa yakın, aşağı kelimesini kaynaktan uzaklık olarak an­larsa ve kaynağı da merkezde görürse sorun kalmaz. Felsefi ve tanrıbilimsel me­selelerde yukarı, merkeze doğru olan, aşağı ise çevreye doğru olan olarak anlaşılabilir. Merkez ruh, çevre ise maddedir. Dolayısıyla yukarı, yükselen bir ruhanilik merdiveninde ruha doğru giden, aşağı ise maddesel bir alçalma merdi­veninde maddeye doğru gidendir. Bu kavrayış bir koninin ucuyla örneklendiri- lebilir. Koninin ucu yukarıdan bakıldığında dairenin ortasındadır.

Bu üç evrensel merkez -yukarı, aşağı ve onları birleştiren orta- ışığın kay­nağı olan üç güneşi veya güneşin üç yönünü gösterir. Bunun fiziksel bir evrene benzeyen insan bedeninin üç büyük merkeziyle de ilişkisi vardır. “Bunlardan [güneşlerden] ilki,” diyor Thomas Taylor, “güneş pınarını destekleyen ışığa, ikincisi güneşten çıkan ışığa, üçüncüsü de bu ışığın diğer doğalara ilettiği ihtişama karşılık gelir.”

Üstün (ya da ruhani) merkez, diğer ikisinin ortasında olduğu için, bedendeki karşılığı, en ruhani ve gizemli organ kalptir. İkinci merkez (yukarı ve aşağı âlem­lerin bağlantısı) fiziksel olarak en yüksekte duran organ, beyindir. Üçüncü (ya da aşağı) merkez fiziksel olarak en aşağıda olmasına rağmen çok büyük bir fi­ziksel öneme sahip olan üreme organlarıdır. Böylece sembolik olarak kalp hayatın kaynağı; beyin, akılcı zekâ ile hayat ve formun birleştiği bağlantı ve üreme sis­temi -ya da aşağı mertebeden yaratıcı güç- fiziksel organizmaların üretildiği gücün kaynağıdır. Bireylerin idealleri ve umutları kişinin ufkunda ve ifadele­rinde bu üç merkezden hangisinin hâkim olduğuna bağlı olacaktır. Maddeci in­sanlarda en aşağı merkez en güçlüsüdür; entelektüel insanlarda merkez en üsttekidir; fakat inisiyelerde -bu iki ucun ruhani nurun ışığında yıkanmasıyla- hâkim olan, hem bedeni hem aklı kontrol eden kalptir.

Işık, kaynağı olduğu hayata nasıl şahitlik ediyorsa, akıl da ruha şahadet eder ve aşağı planlarda olan faaliyet de akla şahit olur. Demek ki akıl kalbi görür, üreme sistemi de aklı görür. Ruhani doğa uygun şekilde en yaygın olarak bir kalple, zihinsel güç Pagan sistemlerin iki yüzlü Janus’u olan Kiklop gözü ya da beyin epifizini temsil eden bir açık gözle, üreme sistemi de bir çiçek, bir asa, kupa veya bir elle sembolize edilir.

Bütün gizem okulları kalbi, ruhani bilincin merkezi kabul etseler de, sık sık bu kavramı kasıtlı bir şekilde ihmal edip kalbi duygusal doğanın sembolü olarak ekzoterik bir anlamda kullanmışlardır. Bu düzenlemede üreme merkezi fiziksel bedeni, kalp duygusal bedeni ve beyin zihinsel bedeni temsil eder. Beyin üstün merkezi temsil etse de, inisiyeler aşağı mertebelerden üst mertebelere çıkınca, on­lara, beynin kalbin en iç odasında ikamet eden ruhani alevin bir sureti olduğu öğ­retilir. Ezoterizm öğrencileri, kadimlerin sık sık Gizemler’in gerçek yorumlarını perdeler ardına gizlemiş olduklarını keşfederler. Beynin kalp yerine kullanılması bu perdelerden biriydi.

Kadim gizem okullarının üç derecesi, birkaç istisna hariç, beşeri ve evrensel cisimlerin üç büyük merkezini temsil eden üç odada verilirdi. Mümkünse, tapı­nağın kendisi de insan bedeni şeklinde yapılırdı. Aday bacaklar arasından girer ve en yüksek dereceyi, binanın beyne karşılık gelen bölümünde alırdı. Dolayı­sıyla ilk derece, maddi gizem ile onun sembolü üreme sistemiydi; bu derece, adayı somut düşüncenin çeşitli mertebelerinde yükseltirdi. İkinci derece kalbe karşılık gelen odada verilir, zihinsel bağlantıyı oluşturan orta gücü sembolize ederdi. Burada aday soyut düşünce sırlarına inisiye edilir, aklı yettiği ölçüde zi­hinsel olarak yükseltilirdi. Bundan sonra beyne karşılık gelen ve tapınaktaki en yüksek konuma sahip olan üçüncü bir odaya girerdi. Beyin merkezinde sırların özü verilirdi. Burada inisiye ilk defa şu ölümsüz kelimelerin anlamını kavrardı: “İnsan gönlünden geçirdiği şeydir.” Beyinde yedi kalp olduğu gibi, kalpte de yedi beyin vardır, ancak bunlar fizik ötesini içerdiği için burada konuşamayaca­ğımız konular.

Proclus, On the Theology of Platon [Platon’un Tanrıbilimi Üstüne] adlı ese­rinin ilk kitabında bu konuda şunları yazmaktadır: “Hakikaten, (ilk) Alkibia- des’te Sokrates doğru bir biçimde gözlemlemektedir ki ruh kendi içine girdiği zaman her şeyi ve hatta Ulûhiyeti görecektir. Kendi kendinin, bütün hayatın mer­kezinin kıyısında, sahip olduğu çeşitli melekeleri bırakarak en yüksek kuleye çıkar. Söylenmiştir ki, sırların en kutsal olanında mistik, ilk olarak, tanrıların huzurundan fışkıran bir çoklu-formla ve birçok şekle sahip türlerle karşılaşır, fakat tapınağa girdikten sonra, heyecansız, mistik ritüellerle korunmuş olarak, si­nesine [kalbine] İlahî nuru alır ve onların sözleriyle, kıyafetlerinden soyunarak, bir İlahî doğadan pay alır; bana göre aynı ruh hali, bütünün tefekküründe de ya­şanmaktadır. Çünkü ruh kendisinden aşağı olan şeylere baktığı zaman gölgeler ve varlık suretleri görür, fakat o kendini kendine yönelttikten sonra, kendi özün­den ve sahip olduğu akıldan işler. İlk başta, hakikaten de sadece kendini görür; fakat kendini bilmede derinleştikçe, kendinde hem aklı hem de diğer varlıkları bulur. Kendi iç odalarına, ruhun âdeta en iç en kutsal odasına girince, gözleri ka­palı olarak, [aşağı aklın yardımı olmadan] varlıkları birleştiren tanrısal türleri görür. Çünkü içimizde her şey fiziksel olarak mevcuttur ve bu sayede bizler doğal olarak, bütünün içimizdeki imge ve güçlerini harekete geçirerek her şeyi bilme gücüne sahibiz.”

Eski çağların ustaları, müritlerine, bir imgenin gerçeklik olmayıp öznel bir fikrin nesnelleşmesinden ibaret olduğunu öğretiyorlardı. Tanrıların suretleri, ta­pınmak için tasarlanan nesneler değil, görünmez kuvvetler ve ilkelerin hatırlatı­cıları ve mecazları olarak kabul edilmişlerdir. Aynı şekilde insanın bedeni de bireysel bir şey olarak görülmemeli, tıpkı bir tapınağın Tanrı’nın Evi olması gibi bireyin evi olarak görülmelidir. Kabalık ve sapkınlık açısından bakıldığında, in­sanın bedeni bir İlahî ilkenin hapishanesi veya mezarıdır; fakat yaratıcı kuvvet­lerini harekete geçirmiş olanlar için o Tanrı’nın sürekli yenilenen mabedi veya evidir. “Kişilik, varlığın doğasından gelen ipin ucunda sallanır,” diyor gizli öğ­retiler. İnsan özde kalıcı ve ölümsüz olan ilkedir; sadece onun bedenleri ölüm ve doğum döngüsünden geçer. Ölümsüz gerçektir, ölümlü gerçek dışıdır. Her dünya yaşamında gerçeklik, gerçek olmayanın içinde ikamet eder ve ölümle geçici ola­rak, aydınlanmayla ise kalıcı olarak özgürleşir.

Genel olarak çoktanrılı kabul edilseler de, paganların bu üne sahip olmaları­nın nedeni, birden çok Tanrı’ya tapınmaları değil, bu Tanrı’nın sıfatlarını kişi- leştirip, her biri, bir bütün olarak tezahür eden Tek Tanrı’nın sadece belli bir yönünü gösteren, mertebe bakımından daha aşağı tanrılardan bir meclis yaratmış olmalarıdır. Kadim dinlerin çeşitli tanrı meclisleri, aslında Tanrı’nın sınıflandı­ rılmış ve kişileştirilmiş niteliklerini temsil ederler. Bu açıdan Kabalacıların Me­lekler düzenine tekabül ederler. Kadim zamanların bütün tanrı ve tanrıçalarının, aynı şekilde bu tanrıların onlara layık bir aracı olan elementlerin, gezegenlerin ve takımyıldızlarının insan bedeninde bir karşılığı vardır. Dört beden merkezi elementlere, yedi hayati organ gezegenlere, vücudun on iki kısmı Zodyak’a te­kabül eder, insanın İlahî doğasının görünmez kısımları çeşitli dünya ötesi tanrı­lara ve nihayet gizli Tanrı da kemikteki iliğe tekabül eder.
[Resim: ilahiagac.JPG]
ek çok insan kendisinin fiilen var olan evrenlere karşılık geldiğini, fiziksel bedeninin ise bir görünür doğa olduğunu, bu doğanın yapısının, söz konusu ev­renlerdeki gizli potansiyellerin ortaya çıkışına aracı olduğunu bilmez. Oysa in­sanın fiziksel bedeni aracılığıyla sadece mineral, bitkisel ve hayvansal krallıklar tekâmül etmekle kalmaz, aynı zamanda görünmez ruhani hayatın bilinmeyen sı­nıflanmaları ve bölünmeleri de tekâmül eder. Hücrelerin, insanın yapısında sı­nırsız birimler olması gibi, insan da evrenin yapısında sınırsız bir birimdir. Bu ilişkilerin bilinip takdir edinmesine dayanan bir teoloji, derin bir hakikat içerir.

İnsanın fiziksel bedeninin birbirinden ayrı beş uzantısı vardır: iki bacak, iki kol ve bir baş. Bunlardan sonuncusu diğer dördünü yönetir. Böylece 5 sayısı in­sanın sembolü olur. Piramidin dört köşesi kollara ve bacaklara, tepesi başa kar­şılık gelir ve böylece akli kuvvetin, dört akıl dışı köşeyi kontrol ettiğini gösterir. Eller ve ayaklar dört elementi temsil etmek için kullanılmışlardır, ayaklardan her biri toprak ve suya, eller ise ateş ve havaya karşılık gelir. Beyin diğer dört ele­menti yöneten ve birleştiren beşinci elemente -esîr- karşılık gelir. Eğer ayaklar birleştirilir ve kollar yanlara açılırsa insan haçı sembolize eder, haçın yukarı ucu, rasyonel akla, insanın başına karşılık gelir.

El ve ayak parmaklarının da özel önemleri vardır. Ayak parmakları on fizik­sel yasayı, el parmakları da on spiritüel yasayı temsil eder. Her elin dört parmağı elementleri, her parmaktaki üç boğum elementlerin hallerini gösterir. Böylece bir elde on iki bölüm oluşur ki bunlar Zodyak’a tekabül eder. Başparmağın iki boğumuyla kökü Ulûhiyet’in üçlü doğasını gösterir. İlk boğum yaratıcı yön, ikin­cisi koruyucu yön, kök ise doğurgan ve yıkıcı yöndür. Eller bir araya getirildiği zaman yirmi iki dört Yaşlı ile Yaratımın Altı Günü ortaya çıkar.

Sembolizmde beden dikey olarak ikiye bölünür, sağ taraf ışık, sol taraf ka­ranlık olarak kabul edilir. Işık ve karanlığın gerçek anlamını bilmeyenler için be­lirtelim ki, ışık tarafı spiritüel olanı, karanlık ise maddi olanı yönetir. Işık nesnelliğin, karanlık ise öznelliğin sembolüdür. Işık hayatın bir tezahürüdür do­layısıyla hayat ondan üstündür. Işığın altında olan şey karanlıktır, burada ışık geçici olarak var olurken, karanlık kalıcıdır. Hayat ışıktan önce geldiği için onun sembolü karanlıktır ve karanlık soyut, fark âleminin dışındaki varlığın gerçek doğasını ebediyen gizleyen peçedir.

Eski zamanlarda insanlar sağ elleriyle savaşmış ve hayati organlarını sol el­leriyle tuttukları bir kalkanla korumuşlardır. Dolayısıyla bedenin sağ tarafı sal­dırgan, sol tarafı ise savunmacıdır. Bu nedenle bedenin sağ tarafı eril, sol tarafı dişil kabul edilmiştir. Birçok otorite insanlıkta şu anda sağlaklığın egemen ol­masını kendini savunmak için sol eli hareketsiz tutma alışkanlının bir sonucu ola­rak geliştiğini düşünmektedir.

Dahası, varlığın kaynağı, ışıktan önce gelen ilksel karanlık içinde olduğu için, insanın spiritüel doğası da onun varlığının karanlık kısmındadır; çünkü kalp sol taraftadır. Karanlığı kötülükle ilişkilendirmeye dair yanlış uygulamadan çıkan tuhaf kavrayışlardan birine göre birçok eski ulus, yapıcı ve hayırlı işler için sağ eli, tanrıların nazarında kirli olup münasip görünmeyen işler için sol eli kullan­mıştır. Aynı nedenle kara büyü, sol el yolu olarak adlandırılmıştır. Cennetin sağ tarafta, cehennemin ise sol tarafta olduğu söylenmiştir. Hatta bazı filozoflar iki tür yazı olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmiştir, ekzoterik yöntem olarak dü­şünülen soldan sağa ile ezoterik yöntem olarak düşünülen sağdan sola. Buna göre, ekzoterik yazı, kalpten başlayıp uzağa doğru giden, ezoterik yazı ise tıpkı kadim İbranice gibi kalbin yönüne doğru, yani sağdan sola yazılandır.

Gizli öğretiye göre bedenin her uzvu ve azasının beyinde bir karşılığı ve be­yinde olan her şeyin kalpte bir karşılığı vardır. Sembolizmde insan başı genellikle aklı ve kendini bilmeyi gösterir. İnsan bedeni yeryüzündeki evrimin bilinen en mükemmel ürünü olduğu için, Ulûhiyeti, en yüksek ruhsal hali temsil etmek için kullanılmıştır. Ulûhiyeti tasvir etmek isteyen ressamlar, onu içi görünmeyen bir bulutu delen bir el şeklinde göstermiştir. Bulut, beşeri sınırlamalarından dolayı insandan saklı kalan, idrak edilemez Ulûhiyeti temsil eder. El ise aşağı duyu­larla algılanabilen tek şey olan İlahî faaliyettir.

İnsan yüzünde doğal bir teslis mevcuttur: Gözler kavrayış sahibi spiritüel kuv­veti; burun delikleri, koruyucu ve canlandırıcı kuvveti ağız ile kulaklar ise, aşağı dünyanın maddi Demiurgsal gücünü temsil eder. Birinci küre ezeli olarak mev­cuttur ve yaratıcıdır; ikinci küre yaratıcı açıklığa aittir, üçüncü küre ise yaratıcı Kelamın küresidir. Maddi evren Tanrı’nın Kelamıyla yaratılmıştır ve -kelimenin söylenmesiyle varlığa gelen- yedi sesli harf veya yedi yaratıcı kuvvet, aşağı âlem­leri yöneten Tanrılar olan yedi Elohim haline gelmiştir. Ulûhiyet bazen bir göz, bir kulak, bir burun ve bir ağızla sembolize edilir. Birincisi İlahî farkındalığı, ikincisi İlahî ilgiyi, üçüncüsü İlahî canlılığı, dördüncüsü İlahî emri sembolize eder.

Kadimler spiritüelliğin insanı akıllı ve dürüst yapacağına değil, akıllı ve dü­rüst olmanın insanı spiritüel yapacağına inanıyordu. Gizem okulları ruhani ay­dınlanmanın ancak aşağı doğanın belli bir saflık ve verimlilik durumuna getirilmesiyle elde edileceğini öğretiyordu. Demek ki gizem okulları, riayet edil- diği takdirde insan bilincinin yapısını ve gerçek varoluş amacını görebileceği belli bir noktaya yükselten kimi kesin kurallara göre tekâmül sağlamak amacıyla kurulmuştur. İnsanın çok parçalı yapısının en hızlı ve en eksiksiz şekilde ruhani aydınlanma noktasına kadar nasıl yenileneceğinin bilgisi, kadimlerin gizli, ezo- terik öğretisini oluşturan temeldi. Sadece fiziksel kısmını gördüğümüz bazı organ ve merkezler, gerçekte, spiritüel merkezlerin perdeleri veya sandıklarıdırlar. Bunların neler olduğu ve nasıl açılacağı avama hiçbir zaman açıklanmamıştır; çünkü insan herhangi bir sistemin nasıl çalıştığını tümüyle anladığı zaman, iste­diği, ancak kontrol ve idare edemeyeceği sonuçlar yaratabilir. Bu nedenle uzun hazırlık dönemleri şart koşulmuştur, böylece tanrılar gibi olma bilgisi sadece ona layık olanların mülkü olur.

Bu bilgi kaybolsa bile, avam için hiçbir anlam ifade etmeyen, ancak felsefi teolojinin temeli olan kişisel kurtuluş teorisini bilen insanlara apaçık görünen, mesel ve mitlerde gizlenmiştir. Hıristiyanlık bir örnek olarak gösterilebilir. Yeni Ahit’in tamamı insanın yenilenmesine dair gizli süreçlerin dehalara özgü bir bi­ çimde saklı ifadesidir. Uzun zamandan beri tarihte gerçekten yaşadığı düşünülen erkek ve kadın karakterler, insan bilinçli bir şekilde kendini cehalet ve ölüm bağ­larından kurtarma işine başladığı anda ortaya çıkacak kimi süreçlerin kişileştirilmesinden başka bir şey değildir.

Tanrıların giydikleri düşünülen kıyafetler ve süsler de birer anahtardırlar. Çünkü gizem okulları için kıyafet su­retle eşanlamlıdır. Organizmaların maddilik ve ruhanilik derecesi, giyilen kıyafetin kalitesi, güzelliği ve değeriyle ölçülürdü. İnsanın fiziksel bedenine spiritüel kıyafetinin cüppesi olarak bakılırdı; sonuç olarak, onun insanüstü güç­leri ne kadar gelişmişse görünüşü de o kadar muhteşem ola­caktır. Kuşkusuz öncelikle korunmak için değil süslenmek için giyinilmiştir, birçok ilkel halkta bu uygulama hâlâ hüküm sürmektedir. Gizem okulları insanın tek kalıcı sü­sünün onun erdemi ve olumlu özellikleri olduğunu, her in­sanın kendi başarılarını giyip, kendi ulaştıklarını süs olarak taktığını görmüştür. Böylece beyaz cüppe veya entari saf­lık, kırmızı cüppe fedakârlık ve sevgi, mavi cüppe özgeci­lik ve bütünlük anlamına geliyordu. Beden ruhun cüppesi olduğuna göre, zihinsel, ahlaki şekilsizlikler bedensel şe­kilsizlikler olarak resmedilmiştir.

İnsan vücudunun evrenin ölçüsüne bir kural oluşturdu­ğunu gören filozoflar, her şeyin biçim bakımından değilse bile yapı bakımından insan vücuduna benzediğini ileri sür­müşlerdir. Örneğin Yunanlılar Delfi’nin yeryüzünün karnı olduğunu ileri sürmüştür; çünkü fiziksel gezegeni bir top şeklinde kapanmış dev bir insan varlığı olarak görüyorlardı. Hıristiyanlığın dünyanın cansız bir şey olduğuna dair inan­cının aksine, paganlara göre yalnızca dünya değil, bütün semavi cisimler bireysel zekâya sahip bireysel yaratıklardı. Hatta doğanın çeşitli âlemlerini bireysel varlıklar olarak görme noktasına kadar varmışlardır. Örneğin hayvanlar âlemi, bu âlemi oluşturan bütün yaratıkların toplamı olan, bütünsel, tek bir varlık gibi görülüyordu. Prototipsel hay­van, tıpkı bütün insanların prototipsel Âdem içinde yer al­ması gibi, bütün hayvani niteliklerin mozaik bir cisimleşmesiydi.

Aynı şekilde ırklar, uluslar, kabileler, dinler, devletler, cemaatler ve kentler her biri değişen derecelerde bireyleri oluşturan bileşik varlıklar olarak görülüyorlardı. Her topluluğun, sakinlerinin bireysel niteliklerinin toplamı olan bir bireyselliği vardı. Bütün dinler bireysel tapı- nıcıların hepsinden ve bir hiyerarşiden oluşan bedene sahip bir bireydi. Bir dinin örgütlenmesi onun fizik­sel bedeni, üyeleriyse bu organizmayı oluşturan hüc­relerdi. Bu yüzden, dinler, ırklar, cemaatler -tıpkı bireyler gibi- Shakespeare’in Yedi Çağ eserinde bah­settiği aşamalardan geçiyordu; çünkü insan hayatı, diğer her şeyin sürekliliğini ölçen bir standarttı.

Gizli öğretiye göre insan, araçlarını yavaş yavaş arındırarak ve bu arınmanın sonucu olarak sürekli artan duyarlılık sayesinde maddenin sınırlamalarının üstesinden gelerek kendini ölümlülük girdabından kurtarır. İnsanlık kendi fiziksel evrimini tamamladığı zaman, geride bırakılan içi boş maddilik kabuğu, diğer hayat dalgaları tarafından kendi özgürleşmeleri için bir basamak olarak kullanılacaktır. İnsan tekâ­mülünün yönü her zaman kendi öz Benlik’ine doğru büyümedir. Dolayısıyla insan ne kadar maddeciyse kendinden o kadar uzaktır. Gizem Öğretilerine göre insanın spiritüel doğasının tümü bedenlenmiyordu. İnsan ruhu aşağı bakan bir üçgen şeklinde gösterilirdi. Üçgenin spiritüel doğanın yalnızca üçte biri olan ama büyüklük bakımından diğer ikisine kıyasen o kadar yüce olmayan aşağı bakan ucu, kısa bir süreliğine maddi varoluş yanılsamasına inerdi. Asla madde kı­yafetini giymeyen şey ise Yunan’ın koruyucu demonu Cycloplar, Jakop Böhme’nin meleği ve Emerson’un Üstruhu (Oversoul) olan Hermesçi Anthropos’tu.

Doğum sırasında İlahî Doğa’nın yalnızca üçte biri geçici olarak kendini ölümsüzlükten koparıyor, fizik­sel doğum ve varoluş düşüne giriyor, semavi şevkiyle maddi elementlerden oluşmuş, maddi âlemin bir par­çası olup ona bağlı olan bir aracı canlandırıyordu. Ölümde bu bedenlenmiş olan kısım fiziksel varoluş düşünden uyanıyor ve bir kez daha kendi ebedi haliyle bir- leşiyordu. Ruhun maddeye bu dönemsel inişlerine ölüm ve yaşam çarkı deni­yordu. Bu sürecin ilkeleri filozoflar tarafından metempsychosis konusu altında enine boyuna incelenmiştir. Gizem okullarına inisiye olmak ve tatbiki teoloji de­ nilen bir süreç sayesinde söz konusu doğum ve ölüm yasası aşılıyor; fiziksel va­roluş sırasında ruhun formun içinde uyku halinde olan parçası kaçınılmaz İnisi- yatör olan ölümün müdahalesi olmadan uyandırılıyor ve bilinçli bir biçimde Anthropos ile, yani kendi üstünde duran gerçek tözüyle birleşiyordu. Gizem okul­larının hem birincil amacı hem de en yüksek meyvesi şuydu: İnsanın fiziksel ölümü tatmadan İlahî kaynağın farkına varması ve bilincini kullanarak onunla tekrar birleşmesi.
[Resim: ilahiagac2.JPG]

Ara
Alıntı Yap
 Teşekkür Edenler: Koon , Star67 , sanatkâr , whiteswan0381
15-10-2015, 14:11
Yorum: #2
Çevrimiçi
sanatkâr
  • Yorum Sayısı: 1,165
    Üyelik Tarihi: 08-06-2013
    Teşekkürler: 3262
    1103 mesajına 4847 tşk. edildi.
  • PM sanatkâr


Üye Bilgileri Cinsiyet: Belirtilmedi
Burç: Belirtilmedi
Kan Grubu: Belirtilmedi
Mesaj Sayısı : 1,165
Üye No: 9949
Durum: Çevrimiçi

Moderatör Moderatör

***
Cvp: Batı ezoterizminde insan sembolizmi
[Resim: rRVopP.jpg]
[Resim: 7Pbrdl.jpg]
[Resim: PBoZN8.jpg]
[Resim: gyAJpN.jpg]
[Resim: 9E5Pl8.jpg]

Peygamberlerin üstüne yazdığı duvar
Damarlarından çatlıyor

Ara
Alıntı Yap
 Teşekkür Edenler: Uki , aytunkurt , cansuu , beniadem13 , whiteswan0381
27-11-2016, 11:00
Yorum: #3
Çevrimiçi
sanatkâr
  • Yorum Sayısı: 1,165
    Üyelik Tarihi: 08-06-2013
    Teşekkürler: 3262
    1103 mesajına 4847 tşk. edildi.
  • PM sanatkâr


Üye Bilgileri Cinsiyet: Belirtilmedi
Burç: Belirtilmedi
Kan Grubu: Belirtilmedi
Mesaj Sayısı : 1,165
Üye No: 9949
Durum: Çevrimiçi

Moderatör Moderatör

***
RE: Batı ezoterizminde insan sembolizmi
bir üstteki post'uma ithafen şu düşünceye kapıldım, sizlerinde düşüncelerini bekleyeceğim.

bu aralar westworld dizisine sarmış bulunmaktayım. hayrete kapılanacak bir durum bana göre. bir grup insanın yapay insan üretme ihtiyacı ve bunun amacının ne olduğunu şuan bilemiyorum. truman show gibi.. işte insana şu yukarıdaki gibi yapılan müdahaleler onun tüm uzuvlarındaki oynama aklıma bunun diğer keskin bıçağının 366 enerji kapısı olması geliyor. insanlık bu virüsten ancak bilerek ve uygulayarak kavuşabilir. zaten hep şöyle olmuyor mu: yeni filmler çıkarırlar bilmem kaç sene sonra gerçekleşecek şeyler oluverirler ve bize yine tuhaf gelmez çünki virüsten kurtulamıyoruz Smile

Peygamberlerin üstüne yazdığı duvar
Damarlarından çatlıyor

Ara
Alıntı Yap
 Teşekkür Edenler: kurtt , Uki
28-11-2016, 17:50
Yorum: #4
Çevrimdışı
kurtt
  • Yorum Sayısı: 511
    Üyelik Tarihi: 18-10-2014
    Teşekkürler: 3717
    422 mesajına 1421 tşk. edildi.
  • PM kurtt


Üye Bilgileri Cinsiyet: Belirtilmedi
Burç: Belirtilmedi
Kan Grubu: 0 Rh (+)
Mesaj Sayısı : 511
Üye No: 12351
Durum: Çevrimdışı

Moderatör Moderatör

***
Cvp: Batı ezoterizminde insan sembolizmi
Aslında varolan şeylerin enjeksiyon edilmesi olarak düşünüyorum ben bu konuyu.Zaten biliniyor bulunuyor ABD de özellikle sinema endüstrisi bu hesaplar üzerinden yürüyor zaten.Kaçarımız yok o virüsü bize enjekte ettiler zaten.Yıldız Savaşları filmi mesela iyi izleyenler için sadece bir bilimkurgu filmi değildir.Diktatör rejimlere geçişi pompalayan cumhuriyet ve demokrasi kavramlarınıda irdeleyen filmlerdir.Bazı şeyler aslında öngörülüyor.Bir abimin dediği gibi sen hayal et olması mümkün olan şeyler hayal ölçüsünde olabilir.:)366 zikir kapısı için forumda da Star67 abimin paylaşımı vardı aramadan bulunabilir bu konu ancak internette bu konu üzerine detaylı araştırma yok zaten.Son filmlerden Doctor STrange filmini bizim konularımıza yakın olması itibariyle izlemenizi tavsiye ederim.Bir başka dünyaya açılım yapabilir gibi geldi.Smile

Basitlikte tevazu,Karmaşada sûkunet,sevgide sınırsız,merhamette ölçüsüz,saygıda kusursuz,edepte duyarlı,duada ısrarcı,dünyadan vazgeçmiş,Allah rızasında yürekler lazım bize...

Ara
Alıntı Yap
 Teşekkür Edenler: sanatkâr , timbor
02-10-2018, 04:40
Yorum: #5
Çevrimdışı
misraim
  • Yorum Sayısı: 21
    Üyelik Tarihi: 20-11-2016
    Teşekkürler: 2
    4 mesajına 5 tşk. edildi.
  • PM misraim


Üye Bilgileri Cinsiyet:
Burç:
Kan Grubu: 0 Rh (+)
Mesaj Sayısı : 21
Üye No: 16693
Durum: Çevrimdışı

Üye
*
RE: Batı ezoterizminde insan sembolizmi
Yazı çok efsane bişey olmuş. Eline sağlık, fakat yazının kaynağını göremedim. Benim tarayıcım yüzünden mi acaba diye düşündüm ama değiştirdikten sonrada gözükmedi. Yazıyı sen mi yazdın yoksa bi kitaptan mı alıntı ?

Ara
Alıntı Yap
 Teşekkür Edenler:
25-12-2018, 12:32
Yorum: #6
Çevrimdışı
thamos
  • Yorum Sayısı: 21
    Üyelik Tarihi: 25-12-2018
    Teşekkürler: 1
    0 mesajına 0 tşk. edildi.
  • PM thamos


Üye Bilgileri Cinsiyet:
Burç:
Kan Grubu: B Rh (+)
Mesaj Sayısı : 21
Üye No: 18886
Durum: Çevrimdışı

Üye
*
RE: Batı ezoterizminde insan sembolizmi
Çok güzel resim ve bilgiler.

Ara
Alıntı Yap
 Teşekkür Edenler:

Cevapla 


Konu Seçenekleri
  • Konuyu Yazdır
  • Konuyu Arkadaşına Gönder
  • Konuya Abone Ol
Hızlı Menü:


Şu anda bu konuyu okuyanlar: 1 Ziyaretçi

  • İletişim
  • Ruhsal Enerji
  • Yukarı Git
  • Arşiv
  • RSS Beslemesi

Türkçe Çeviri: MyBBGrup
Forum Yazılımı: MyBB, © 2002-2019 MyBB Group
Designed by Dâ'vud & Star67 & Aytalen

İstek, Öneri ve Sorunlarınız İçin star67ruhsalenerji@hotmail.com adresimi ekleyiniz!