11-02-2015, 11:15
Hakîm,[107] İbnü Abbâs'tan yaptığı ve “sahîhdir” dediği rivâyette, O (İbnü Abbâs radıyallâhu anhümâ) şöyle buyurdu:
“Allah celle celâlühû İsa aleyhisselâm'a şöyle vahyetti: Ey Îsâ!... Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’e îmân et ve ümmetinden O’na yetişenlere O’na İmân etmesini söyle. Eğer Muhammed sallellâhu aleyhi ve sellem olmasaydı Âdem’i yaratmazdım.
Eğer O olmasaydı ne Cenneti ne de Cehennemi yaratmazdım. Arşı su üzerinde yarattım da titremeye başladı üzerine (لااله الاالله محمد رسول الله)/”lâ ilâhe illellâh” yazdım da sükûnet buldu.”[108]
(Semhûdî) şöyle dedi:
Mevlası katında bu makama ve mevkiye sahib olan kimseyle nasıl olur da tevessül etmez, O’ndan şefaat istemeyiz. Sübkî'nin dediği[109] gibi tevessül diğer salihlerle bile caizdir.
Kâdı İyâd’ın,[110] "eş-Şifâ"sında[111] hasen bir isnad ile İmam Mâlik’ten[112] rivayet ettiğine göre Halife Ebû Cafer[113] Mescid-i Nebevî'de İmam Malik ile tartıştı.
İmam Mâlik O’na, “Ey Mü’minlerin Emîri!.. Bu mescidde sesini yükseltme” dedi. Çünki, Allah Teâlâ bir topluluğa edeb öğretti ve şöyle buyurdu: "Ey îmân edenler!... Seslerininizi Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’in sesi üzerine yükseltmeyin. O’na, kiminiz kiminize seslendiği gibi de seslenmeyin. Yoksa farkında olmadığınız halde amelleriniz boşa gider".[114]
Bir topluluğu dahi medh etti ve şöyle buyurdu: "Allah'ın Rasûlü yanında seslerini kısan kimseler, bunlar Allah celle celâlühû’nun kalblerini takvâ için sınadığı kimselerdir; bu kimseler için bağışlama ve büyük bir mükafat vardır"[115]. Bir topluluğu da kınayıp şöyle buyrudu; "Odaların arkasından sana seslenen kimseler, bunların çoğu akledemezler"[116]. O'na ölü halinde hürmet etmek, diri halinde hürmet gibidir.
Halife hemen tevâzulu bir tavır takındı ve şöyle dedi:
Ey Abdullahın babası (Mâlik)!... Kıbleye dönüp de mi düa edeyim, yoksa Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’e (kabre) dönüp de mi düa edeyim?. İmam'ı Mâlik de şöyle dedi: Yüzünü ondan niye çeviresin ki?!.. Halbuki O, senin ve baban Adem aleyhisselâm’ın Kıyâmet gününde Allah'a vesîledir. Aksine yüzünü ona çevir. O'nunla şefâat dile ki, Allah sana şefaat etsin.
Allah celle celâlühû şöyle buyrudu:
"Eğer onlar nefislerine zülmettiklerinde sana gelip, Allah'tan bağışlanmalarını dileselerdi ve Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem de onlar için istiğfar etseydi, Allah celle celâlühû’yu çok merhamet edici ve tevbeleri çok kabul edici olarak bulurlardı".[117]
İmam Mâlik'in şu sözüne bak!... Şu sözün bulundurduğu, ziyaret, Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem ile tevessül, (Mâlik’in) duâ anında O’na dönmesi, O’nunla beraber takındığı tam bir güzel edebe riayet etmek işine bak!..
İbnü’l-Cevzî[118] "el-Vefâ"sında,[119] isnadıyla Ebû Bekr İbnül-Mükrî'den şöyle dediğini rivâyet etti:
Ben (Ebû Bekr), Tabârânî ve Ebuş-Şeyh, Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem hareminde idik. Açlık bize tesir etmiş haldeydi. O gün visâl yapmıştık, önceki günün orucundan iftar etmeden oruç tutmuştuk. Akşam vakti olunca Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in kabrine geldim. “Ya Rasûlüllah!... Açız”, dedim ve döndüm. Bunun üzerine, Ebu’l-Kâsım (et-Tabarânî) bana “otur, ya rızık, ya da ölüm gelecek” dedi. Sonra, ben ve Ebuş-Şeyh uyuduk; Tabarânî bir şeye bakıyordu. Vakit geçmeden bir Alevî çıka geldi, kapıyı çaldı; biz de açtık. Bir de baktık ki, yanında iki hizmetçi vardı. Onlardan her birinin elinde, içinde çok şey bulunan birer sepet vardı. Oturduk, yedik; kalanı da hizmetçinin alacağını zannettik, ama bıraktı gitti ve kalanları da bize bıraktı. Biz yemeği bitirince, Alevî, “ey topluluk!.. Beni Rasûlüllah'a mı şikayet ettiniz? Zira ben rüyamda Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’i gördüm; size bir şey taşımamı emretti” dedi.[120]
İbnü'l-Cela rahimehullâh şöyle dedi:
Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’in şehrine (Medîne’ye) girdim; açtım; kabrin başına gittim “ben senin misafirinim” dedim, uyudum; rüyâmda Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’i gördüm; bana bir çörek verdi, onun yarısını yedim ve uyandığımda yarısı elimdeydi.[121]
Ebu’l-Hayr el-Ekta' rahimehullah şöyle dedi:
Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’in şehrine (Medine’ye) girdim; açtım; orada beş gün hiçbir şey tatmadan durdum. [Şerefli] Kabrin yanına geldim, Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’e Ebu Bekir radıyallâhu anhu’ya, Ömer radıyallâhu anhu’ya selam verdim ve “Ya Rasûlüllah!.. Ben senin misafirinim” dedim. Sonra da bir kenara çekilip, kabrin arka tarafında uyudum. Rüyamda Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’i gördüm; sağında, Ebu Bekir radıyallâhu anhu, solunda Ömer radıyallâhu anhu, önünde Ali radıyallâhu anhu vardı. Ali radıyallâhu anhu beni dürttü, “kalk, Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve selem geldi” dedi. Kalktım Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’in iki elini öptüm, bana bir çörek verdi, yarısını yedim, sonra uyandığımda bir de ne göreyim ki!... Elimde yarım çörek duruyordu.[122]
Sûfî Ebu Abdillâh Muhammed İbnü Züra' anlatıyor:
Babamla ve Abdurrahman İbnü Hafîf ile beraber Mekke-i Müşerrefe’ye yolculuk yaptım. Bize şiddetli bir açlık isabet etti ve Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’in şehrine girdik. Aç olarak geceledik. Ben daha buluğ çağına gelmemiş bir çocuktum. Babama defalarca gelip “ben açım” diyordum. Babam kabr-i şerifin yanına geldi ve “Ya Rasûlüllah!... Bu gece senin misafirinim” dedi ve murakabe etmeye oturdu. Biraz zaman geçince başını kaldırdı. Bazen gülüyor bazen de ağlıyordu. Ona bu hâl sorulduğunda “rüyamda Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’i gördüm; elime dirhemler koydu” dedi ve elini açtı. Bir de gördük ki, dirhemler hala elinde duruyordu. Allah cellecelâlühû Şiraz'a varıncaya kadar onları bereketlendirdi; ondan harcıyorduk.
Sûfî Ahmed İbnü Muhammed şöyle dedi:
Çölde üç ay, başıma musîbet (hastalık) geldi; cildim soyuldu, Medine’ye girdim ve Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanına gelip O'na ve iki arkadaşına selam verdim; sonra da uyudum ve O’nu rüyamda gördüm. Bana “ey Ahmed! Geldin mi?” dedi. Ben de “evet, ben açım ve senin misafirinim” dedim. Bana “iki avucunu aç” dedi. Onları açtım, ikisini de dirhemlerle doldurdu. Uyandığımda hala ikisi parayla doluydu. Kalktım, beyaz undan ekmek ve pelte aldım ve onları yeyip vakti kaçırmadan Vaha'ya geri döndüm.
Hafız Ebu’l-Kâsım İbnü Asâkir,[123] "Tarih"inde,[124] Ebul-Kâsım Sâbit İbnü Ahmed İbni’l-Hüseyin el-Bağdâdî'ye varan senediyle (O’nun) şöyle dediğini rivayet etti:
O (ravi sabit), Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’in kabri yanında sabah ezan okuyan bir adam gördü. Adam, ezânında "الصلوة خير من النوم"/“namaz uykudan daha hayırlıdır” dedi. Mescidin hizmetçilerinden biri bunu işitince, geldi ve ona vurdu. Adam ağladı ve “Ya Rasûlüllah!.. Senin huzurunda bana bu yapılıyor!..” dedi. Hizmetçi, hemen o anda felç oldu. Evine taşındı ve üç gün bekleyip öldü.
[Bu zikri geçen vakaları İbnü’l-Cevzî “el-Vefâ”[125] isimli kitâbında ve başkaları rivâyet ettiler. Nitekim Muhammed İbnü Mûsâ İbnü’l-Nu’mân,[126] bunlardan biridir. O da, bu vakaları “Mısbâhu’z-Zalâm Bi’l-Müstağîsîne Bi Hayri’l-Enâm Aleyhi ve Alâ Âlihî Efdalü’s-Salât ve’s-Selâm” isimli kitâbında anlattı.
Bu vakalardan biri de İbnü’l-Nu’mân’ın anlattığı şu vakadır:
O (İbnü’l-Nu’mân), başına gelen kimseden veya ondan bir vâsıta ile işitti ve şöyle dedi:
Ebû İshâk İbrâhîm İbnü Sa’d’ı şöyle derken işittim: Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’in şehrindeydim; yanımda dervişlerden üş kişi vardı. Bize ihtiyâc hâsıl oldu. Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’e geldim ve “Yâ Resûlellah!... Hiçbir şeyimiz yok. Hangi şeyden olursa olsun bize üç müd yeter. Bir adam benimle karşılaştı ve bana değerli hurmalardan üç müd verdi.[127]][128]
Ben (Muhammed İbnü Mûsâ), Şerîf Ebu Muhammed Abdisselâm İbnü Abdirrahman el-Hüseynî el-Fâsî'yi şöyle derken işittim:
Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’in şehrinde üç gün hiç yemek yemeden bekledim. Minberinin yanına geldim, iki rekat namaz kıldım ve “ey dedem!.. Açım, senden tirit yemeği istiyorum” dedim. Sonra uykum geldi ve uyudum. Ben uyurken bir adam beni uyandırdı; baktım ki elinde ahşaptan bir kadeh içinde tirit yemeği, yağ, et v.s. var; bana “ye” dedi. “Bu nereden geldi?” dedim, o da “küçük çocuklarım üç gündür benden bu yemeği istiyorlardı Allah celle celâlühû bügün bunu bana nasip etti. Sonra da uyuyup kaldım ve rüyamda Nebi aleyhisselamı gördüm; şöyle diyordu: “kardeşlerimden biri benden bu yemeği taleb etti. Götür ona bunu yedir” dedi.
Şeyh Ebu Abdillâh Muhammed bin Ebi’l-Emân'ı da şöyle derken işittim:
Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’in şehrinde, Fâtıma radıyallâhu ahha'nın mihrabının arkasındaydım. Şerif Mikser el-Kâsimî de mihrabın arkasında uyuyordu. Adam uyandı, Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’e gelip selam verdi, tebessüm ederek bize döndü ve mescidin hizmetkarı olan Şemsuddîn Savvâf niçin tebessüm ettin dedi. O da, “benim bir ihtiyacım vardı; evimden çıktım, Fatıma radıyallâhu anhâ'nın evine geldim; Nebi aleyhisselam ile istiğase ettim ve ben açım dedim. Peşinden uyudum, Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’i gördüm ve bana bir kadeh süt verdi, ondan doyuncaya kadar içtim, bu yüzden tebessüm ediyorum” dedi. Ağzındaki sütten benim ağzıma tükürdü de biz onun ağzındaki sütü gördük.
Bu anlatılan vakaları İbnül-Cevzî "el-Vefa" isimli kitabında, başkası, İmam Muhammed bin Musa bin Numan gibi "Misbahuz-Zalâmi fil-Müsteğîsîne bihayril-Enâm (salatların en faziletlisi selamların en temizi ona ve ailesine olsun) fil-Yekazâtı vel-Menâm" isimli kitabında rivayet etmişlerdir.
Bu rivayetlerden biri de yine İbnü Nümân'nın zikrettiği hadisenin o (haberin kendisine bir vasıtayla ulaştığını söyleyen bir kimseden işitmiştir) dediki; İbrahim bin Sad rahımehullâh'ı şöyle derken işittim. Ben Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem şehrinde yanımda üç fakirle beraberdim. Bize açlık isabet etti. Nebi aleyhisselam’a geldim. Ya rasûlullah bir şeyimiz yok, neden olursa olsun üç müd (ölçek) yeter dedim. Bir adam bana rast geldi de taze hurmalardan üç ölçek verdi.
Abdullah İbnü Hasen ed-Dümyâtî rahimehullah'ın şöyle dediğini işittim:
Bana Şeyh Abdulkadir et-Tinnîsî, Dümyat’ın içinde şöyle anlattı:
Ben açlık hali üzere(taki) Medineye vardım. Peyğamberimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’e açlık sıkıntımı şikayet ettim. O'ndan -buğday et hurma- yemeği istedim. Ziyaretten sonra Ravza'ya girdim. Orada namaz kıldım ve geceledim. Birden bir adam beni uykudan uyandırdı. Bende uyanıp onunla beraber gittim.-ahlakı ve görünüşü çok güzel olan bir gençti- bana içinde tirit olan bir tekne(büyük tabak) getirdi üzerinde bir koyun kat kat hurma çeşitleri-seyhani ve diğer çeşitler- içlerinden ekmek çöreğide olamak üzere birçok ekmek Arabistan kirazı helvası vardı. Ben bunlardan yedim daha sonra o, genç çantamı et, kemek, hurmayla doldurdu ve dediki; Ben duha namazından sonra uyumuştum, rüyamda Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’i gördüm, sana bunları hazırlamamı emretti ve beni sana gönderdi ravzadaki yerini bana tarif etti. Bana senin canın bunları çekmişti istemişti dedi.
Dostum Ali bin İbrahim [bin süver] el Buseyrî’nin şöyle dediğini işittim. Abdusselâm bin Ebi’l-Kasım es-Saklî’nin şöyle dediğini işittim. İsmini unuttuğum sağlam bana şöyle anlattı: Ben Medine’tün-Nebi’de idim, hiçbir şeyim yoktu, zayıf düştüm. Nebi aleyhisselâm’ın kabrine geldim. Ey evvelkiler ve sonrakilerin efendisi, ben Mısır ahalisindenim, beş aydır senin komşunum, ben zayıf düştüm dedim. Sanra ya Rasûlullah Allah celle celâlühû’dan ve senden beni doyuracak vede memleketime çıkaracak birini görevlendirmeni istiyorum dedim. Sonrada kabri şerifin yanında çeşitli dualar yaptım ve minberin yanında oturdum. Birden bir adam hücrei Saadete girip dikildi bir şeyler konuşmaya başladı ve ey dedem (özür diliyor gibiydi) diyordu. Sonra yanıma geldi elimi tuttu ve kalk dedi. Onunla beraber kalktım, beni Cibril kapısından çıkarıp, Baki’a doğru götürüp ordan çıkardı. Birden karşımıza kurulmuş bir çadır, köle ve cariye çıktı. Onlara kalkın misafire akşam yemeği hazırlayın dedi. Köle kalktı odun topladı ve ateşi tutuşturdu. Cariye’de un öğüttü ve (külde pişen) ekmek yaptı. Adamda beni konuşarak meşgul etti. Cariye ekmeği getirdi ikiye böldü birde içi yağ dolu bir tulum getirdi ve ekmeğin üzerine döktü. Sonra Seyhânî cinsinden hurma getirdi ve Hays denilen (çekirdeksiz hurma, sadeyağ, keş ve undan yapılan) yiyeceği yaptı. Adam bana ye dedi. Bende az bir şey yedim ve çekildim. Adam ye dedi. Bende biraz daha yedim. Bana birdaha ye dedi. Bende, ey efendim aylardır buğday ekmeği nede daha fazlasını yemedim dedim. O da kalan yarım hisseyide benim akmeğimin artanının üzerine döktü ve bana ismin ne diye sordu. Bende falanca dedim. Bana, senin üzerine Allah celle celalühu yemin olsunki sen beni Dedem sallallâhu aleyhi ve sellem’e şikâyet ettinde, bu da ona ağır geldi. Bu saatten itibaren ne zaman acıkırsan, seni memleketine götürecek kimseyi Allah celle celâlühû sebeb yapıncaya kadar yiyeceğin sana gelecek. Köleye bunu al, dedemin kabrine ulaştır dedi. Köleyle beraber Baki’a kadar gittim. Ona sen buradan dön, ben yerime ulaştım dedim. Köle bana, ey efendim Peygamberimiz sallallâhu aleyhi ve sellem efendime şikâyet etmeyesin diye vallahi seni hücreye ulaştırana kadar senden ayrılamam dedi ve beni yerime ulaştırıp geri döndü.
Ben dört gün adamın bana verdiklerini yiyerek geçirdim. Sonrada acıktım birde ne göreyim köle bana yemek getirdi. Artık bundan sonra ne zaman acıksam köle yemek getiriyordu. Sonunda Allah celle celâluhû kendileriyle geri döneceğim kafileyi sebeb kıldıda onlarla Yenbu’a geri döndüm. Bu anlatılanlar efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’in bereketi ile gerçekleşmişti.
İbnü Nüman, senedini Ebü’l-Abbâs İbnü Nefis el-Mükri ed-Darîr’e dayandırarak şöyle dediğini rivayet etti:
Ben Medine’de üç gün aç kaldım da kabr-i şerife geldim ve “ya Rasûlallâh!.. Ben açım” deyip güçsüz düşüp uyudum. Bir kız ayağıyla beni dürttü, ben de kalktım. Bana, “davran” dedi. Ben de onunla beraber evine gittim. Bana buğday ekmeği, hurma ve yağ getirdi ve ey “Ebul-Abbâs!.. Ye, bunu bana dedem Resûlüllâh sallallâhu aleyhi ve sellem emretti. Ne zaman acıkırsan bize gel” dedi.
Ebû Süleyman Davûd bütün bunları görmesinden sonra, “Musannef”inde ziyaret hususunda şöyle dedi:
Bu anlatılan kıssaların ve benzerlerinin çoğunda şu hakîkat vardır: Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’in bu mes’elede emir verdiği kişi değerli neslinden oluyor. Husûsiyyetle de istenilen yemek olduğu zaman. Çünki (bir kimse, bir kişiden kendisini) misafir etmesini istediğinde, o kişinin kendinden, sonra da kendinden olan yakınlarından başlaması değerli ahlakın güzelliğinin tamamlanması cümlesindendir. Dolasıyla, O’nun sallallâhu aleyhi ve sellem değerli ahlakı misafir edilmek isteyene vermek kendinden ve değerli zürriyetinden olur.
Seyyid Semhûdî şöyle diyor:
Bu babta hikâyeler çoktur.[129] Hatta bize de bu tür şeyler gerçekleşti. Sonra da bunlardan bazılarını anlattı. Ancak ben (kitabı) kısa tutmak için bunları aktarmadım.
***
[108] Hâkim, “el-Müstedrek” (3/516, 4285) İsnadı sahihtir.
[109] Sübkî, “Şifaus-Sikâm” (173), Semhûdî, Vefâu’l-Vefa (4/1371)
[110] İmam, Hafız, kadı, Ebu’l-Fadl İyad İbnü Musa el-Yahsıbî es-Sebtî hicri 476’da doğdu, Merraküş’te 544’de zehirlenerek vefat etti. Zehebî, “Tarîh’ul-İslam” (13/768), “Şezerâtü’z-Zeheb” (6/226), “Tezkiratül-huffâz” (4/96)
[111] Kadı Iyâd “eş-Şifa” (264) Müellif/Kadı İyâd bunu “Medârik”de de (1/211) zikretti, “El-Mevâhibul-Ledûniyye” (6/349).
[112] Huccet, şeyhül-İslam İmam Malik İbnü Enes El-Esbahi el-Medenî, mezheb kurucusu, hicri 179’da vefat etti. “Vefeyâtü’l-Ayan” (1/439), “En-Nücûmu’z-Zehîre” (2/96), “El-İber” (1/272),
[113] Emiru’l-Müminin Halife Abdullah İbnü Muhammed İbnü Ali İbni Abdillah İbni Abbas Ebu Cafer el-Mensûr el-Hâşimi el-Abâsî (Ö:198) “Tarih’ul-Bağdâd” (10/55), “Târih’ut-Taberî” (9/292-223)
[114] Hucurat:2,3,4.
[115] Hucurat:2,3,4.
[116] Hucurat:2,3,4.
[117] Nisa:65.
[118] İmam Ebu’l-Ferec Abdurrahmân İbnü Ebi’l-Hasen, İbnü’l-Cevzî diye meşhur, el-Kureşî el-Bağdâdî el-Hanbelî, Fakıh,Hâfız. (Ö:597) “Vefeyâtü’l-A’yân” (2/321), “ez-Zeylü Alâ Tabakâti’l-Hanâbile” (1/399), “Tezkiratül-Huffâz”(4135).
[119] İbnü’l-Cevzî, "el-Vefâ (2/802)
[120] Zehebî, “Siyer” (16/400), Tâc es-Sübkî, “Tabakât’uş-Şâfiiyye” (2/251)
[121] İmam Muhammed İbnü Musa İbnü Nu’mân “Misbahu’z-Zalâm” (61)
[122] Sülemî “Tabakâtü’s-Sûfiyye” (370)
[123] Hafız Ebu’l-Kasım Ali İbnü Hasen Hibetüllah ed-Dimeşki eş-Şâfiî, İbnü’l-Asâkir diye tanınır. (Ö:571) Sübkî, Tabakâtüş-Şafiîyye (7/70), “Şezeratüz-Zeheb” (4/95)
[124] Hafız Ebu’l-Kâsım İbnü Asâkir, Tarih(11/104)
[125] İbnü’l-Cevzî “el-Vefâ (2/802)
[126] İmam Ebu Abdillâh Muhammed İbnü Musa İbnü’n-Nu’mân el-Mezalî el- Merrâküşî (Ö:683). “Şezerâ tü’z-Zeheb” (7/670), Yâfiî “Mirât’ül-Cinân” (4/200), Zehebî “El-İber” (3/354),
[127] Semhûdî, Vefâu’l-Vefâ (4/138)
[128] Köşeli parantez arasına aldığımız bu parça asıl aldığımız baskıda birkaç parağraf aşağıdadır.
[129] Semhûdî, Vefâu’l-Vefâ (sh:1384)
Kaynak : Tevessül ve İstiğâse
“Allah celle celâlühû İsa aleyhisselâm'a şöyle vahyetti: Ey Îsâ!... Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’e îmân et ve ümmetinden O’na yetişenlere O’na İmân etmesini söyle. Eğer Muhammed sallellâhu aleyhi ve sellem olmasaydı Âdem’i yaratmazdım.
Eğer O olmasaydı ne Cenneti ne de Cehennemi yaratmazdım. Arşı su üzerinde yarattım da titremeye başladı üzerine (لااله الاالله محمد رسول الله)/”lâ ilâhe illellâh” yazdım da sükûnet buldu.”[108]
(Semhûdî) şöyle dedi:
Mevlası katında bu makama ve mevkiye sahib olan kimseyle nasıl olur da tevessül etmez, O’ndan şefaat istemeyiz. Sübkî'nin dediği[109] gibi tevessül diğer salihlerle bile caizdir.
Kâdı İyâd’ın,[110] "eş-Şifâ"sında[111] hasen bir isnad ile İmam Mâlik’ten[112] rivayet ettiğine göre Halife Ebû Cafer[113] Mescid-i Nebevî'de İmam Malik ile tartıştı.
İmam Mâlik O’na, “Ey Mü’minlerin Emîri!.. Bu mescidde sesini yükseltme” dedi. Çünki, Allah Teâlâ bir topluluğa edeb öğretti ve şöyle buyurdu: "Ey îmân edenler!... Seslerininizi Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’in sesi üzerine yükseltmeyin. O’na, kiminiz kiminize seslendiği gibi de seslenmeyin. Yoksa farkında olmadığınız halde amelleriniz boşa gider".[114]
Bir topluluğu dahi medh etti ve şöyle buyurdu: "Allah'ın Rasûlü yanında seslerini kısan kimseler, bunlar Allah celle celâlühû’nun kalblerini takvâ için sınadığı kimselerdir; bu kimseler için bağışlama ve büyük bir mükafat vardır"[115]. Bir topluluğu da kınayıp şöyle buyrudu; "Odaların arkasından sana seslenen kimseler, bunların çoğu akledemezler"[116]. O'na ölü halinde hürmet etmek, diri halinde hürmet gibidir.
Halife hemen tevâzulu bir tavır takındı ve şöyle dedi:
Ey Abdullahın babası (Mâlik)!... Kıbleye dönüp de mi düa edeyim, yoksa Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’e (kabre) dönüp de mi düa edeyim?. İmam'ı Mâlik de şöyle dedi: Yüzünü ondan niye çeviresin ki?!.. Halbuki O, senin ve baban Adem aleyhisselâm’ın Kıyâmet gününde Allah'a vesîledir. Aksine yüzünü ona çevir. O'nunla şefâat dile ki, Allah sana şefaat etsin.
Allah celle celâlühû şöyle buyrudu:
"Eğer onlar nefislerine zülmettiklerinde sana gelip, Allah'tan bağışlanmalarını dileselerdi ve Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem de onlar için istiğfar etseydi, Allah celle celâlühû’yu çok merhamet edici ve tevbeleri çok kabul edici olarak bulurlardı".[117]
İmam Mâlik'in şu sözüne bak!... Şu sözün bulundurduğu, ziyaret, Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem ile tevessül, (Mâlik’in) duâ anında O’na dönmesi, O’nunla beraber takındığı tam bir güzel edebe riayet etmek işine bak!..
İbnü’l-Cevzî[118] "el-Vefâ"sında,[119] isnadıyla Ebû Bekr İbnül-Mükrî'den şöyle dediğini rivâyet etti:
Ben (Ebû Bekr), Tabârânî ve Ebuş-Şeyh, Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem hareminde idik. Açlık bize tesir etmiş haldeydi. O gün visâl yapmıştık, önceki günün orucundan iftar etmeden oruç tutmuştuk. Akşam vakti olunca Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in kabrine geldim. “Ya Rasûlüllah!... Açız”, dedim ve döndüm. Bunun üzerine, Ebu’l-Kâsım (et-Tabarânî) bana “otur, ya rızık, ya da ölüm gelecek” dedi. Sonra, ben ve Ebuş-Şeyh uyuduk; Tabarânî bir şeye bakıyordu. Vakit geçmeden bir Alevî çıka geldi, kapıyı çaldı; biz de açtık. Bir de baktık ki, yanında iki hizmetçi vardı. Onlardan her birinin elinde, içinde çok şey bulunan birer sepet vardı. Oturduk, yedik; kalanı da hizmetçinin alacağını zannettik, ama bıraktı gitti ve kalanları da bize bıraktı. Biz yemeği bitirince, Alevî, “ey topluluk!.. Beni Rasûlüllah'a mı şikayet ettiniz? Zira ben rüyamda Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’i gördüm; size bir şey taşımamı emretti” dedi.[120]
İbnü'l-Cela rahimehullâh şöyle dedi:
Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’in şehrine (Medîne’ye) girdim; açtım; kabrin başına gittim “ben senin misafirinim” dedim, uyudum; rüyâmda Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’i gördüm; bana bir çörek verdi, onun yarısını yedim ve uyandığımda yarısı elimdeydi.[121]
Ebu’l-Hayr el-Ekta' rahimehullah şöyle dedi:
Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’in şehrine (Medine’ye) girdim; açtım; orada beş gün hiçbir şey tatmadan durdum. [Şerefli] Kabrin yanına geldim, Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’e Ebu Bekir radıyallâhu anhu’ya, Ömer radıyallâhu anhu’ya selam verdim ve “Ya Rasûlüllah!.. Ben senin misafirinim” dedim. Sonra da bir kenara çekilip, kabrin arka tarafında uyudum. Rüyamda Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’i gördüm; sağında, Ebu Bekir radıyallâhu anhu, solunda Ömer radıyallâhu anhu, önünde Ali radıyallâhu anhu vardı. Ali radıyallâhu anhu beni dürttü, “kalk, Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve selem geldi” dedi. Kalktım Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’in iki elini öptüm, bana bir çörek verdi, yarısını yedim, sonra uyandığımda bir de ne göreyim ki!... Elimde yarım çörek duruyordu.[122]
Sûfî Ebu Abdillâh Muhammed İbnü Züra' anlatıyor:
Babamla ve Abdurrahman İbnü Hafîf ile beraber Mekke-i Müşerrefe’ye yolculuk yaptım. Bize şiddetli bir açlık isabet etti ve Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’in şehrine girdik. Aç olarak geceledik. Ben daha buluğ çağına gelmemiş bir çocuktum. Babama defalarca gelip “ben açım” diyordum. Babam kabr-i şerifin yanına geldi ve “Ya Rasûlüllah!... Bu gece senin misafirinim” dedi ve murakabe etmeye oturdu. Biraz zaman geçince başını kaldırdı. Bazen gülüyor bazen de ağlıyordu. Ona bu hâl sorulduğunda “rüyamda Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’i gördüm; elime dirhemler koydu” dedi ve elini açtı. Bir de gördük ki, dirhemler hala elinde duruyordu. Allah cellecelâlühû Şiraz'a varıncaya kadar onları bereketlendirdi; ondan harcıyorduk.
Sûfî Ahmed İbnü Muhammed şöyle dedi:
Çölde üç ay, başıma musîbet (hastalık) geldi; cildim soyuldu, Medine’ye girdim ve Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanına gelip O'na ve iki arkadaşına selam verdim; sonra da uyudum ve O’nu rüyamda gördüm. Bana “ey Ahmed! Geldin mi?” dedi. Ben de “evet, ben açım ve senin misafirinim” dedim. Bana “iki avucunu aç” dedi. Onları açtım, ikisini de dirhemlerle doldurdu. Uyandığımda hala ikisi parayla doluydu. Kalktım, beyaz undan ekmek ve pelte aldım ve onları yeyip vakti kaçırmadan Vaha'ya geri döndüm.
Hafız Ebu’l-Kâsım İbnü Asâkir,[123] "Tarih"inde,[124] Ebul-Kâsım Sâbit İbnü Ahmed İbni’l-Hüseyin el-Bağdâdî'ye varan senediyle (O’nun) şöyle dediğini rivayet etti:
O (ravi sabit), Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’in kabri yanında sabah ezan okuyan bir adam gördü. Adam, ezânında "الصلوة خير من النوم"/“namaz uykudan daha hayırlıdır” dedi. Mescidin hizmetçilerinden biri bunu işitince, geldi ve ona vurdu. Adam ağladı ve “Ya Rasûlüllah!.. Senin huzurunda bana bu yapılıyor!..” dedi. Hizmetçi, hemen o anda felç oldu. Evine taşındı ve üç gün bekleyip öldü.
[Bu zikri geçen vakaları İbnü’l-Cevzî “el-Vefâ”[125] isimli kitâbında ve başkaları rivâyet ettiler. Nitekim Muhammed İbnü Mûsâ İbnü’l-Nu’mân,[126] bunlardan biridir. O da, bu vakaları “Mısbâhu’z-Zalâm Bi’l-Müstağîsîne Bi Hayri’l-Enâm Aleyhi ve Alâ Âlihî Efdalü’s-Salât ve’s-Selâm” isimli kitâbında anlattı.
Bu vakalardan biri de İbnü’l-Nu’mân’ın anlattığı şu vakadır:
O (İbnü’l-Nu’mân), başına gelen kimseden veya ondan bir vâsıta ile işitti ve şöyle dedi:
Ebû İshâk İbrâhîm İbnü Sa’d’ı şöyle derken işittim: Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’in şehrindeydim; yanımda dervişlerden üş kişi vardı. Bize ihtiyâc hâsıl oldu. Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’e geldim ve “Yâ Resûlellah!... Hiçbir şeyimiz yok. Hangi şeyden olursa olsun bize üç müd yeter. Bir adam benimle karşılaştı ve bana değerli hurmalardan üç müd verdi.[127]][128]
Ben (Muhammed İbnü Mûsâ), Şerîf Ebu Muhammed Abdisselâm İbnü Abdirrahman el-Hüseynî el-Fâsî'yi şöyle derken işittim:
Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’in şehrinde üç gün hiç yemek yemeden bekledim. Minberinin yanına geldim, iki rekat namaz kıldım ve “ey dedem!.. Açım, senden tirit yemeği istiyorum” dedim. Sonra uykum geldi ve uyudum. Ben uyurken bir adam beni uyandırdı; baktım ki elinde ahşaptan bir kadeh içinde tirit yemeği, yağ, et v.s. var; bana “ye” dedi. “Bu nereden geldi?” dedim, o da “küçük çocuklarım üç gündür benden bu yemeği istiyorlardı Allah celle celâlühû bügün bunu bana nasip etti. Sonra da uyuyup kaldım ve rüyamda Nebi aleyhisselamı gördüm; şöyle diyordu: “kardeşlerimden biri benden bu yemeği taleb etti. Götür ona bunu yedir” dedi.
Şeyh Ebu Abdillâh Muhammed bin Ebi’l-Emân'ı da şöyle derken işittim:
Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’in şehrinde, Fâtıma radıyallâhu ahha'nın mihrabının arkasındaydım. Şerif Mikser el-Kâsimî de mihrabın arkasında uyuyordu. Adam uyandı, Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’e gelip selam verdi, tebessüm ederek bize döndü ve mescidin hizmetkarı olan Şemsuddîn Savvâf niçin tebessüm ettin dedi. O da, “benim bir ihtiyacım vardı; evimden çıktım, Fatıma radıyallâhu anhâ'nın evine geldim; Nebi aleyhisselam ile istiğase ettim ve ben açım dedim. Peşinden uyudum, Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’i gördüm ve bana bir kadeh süt verdi, ondan doyuncaya kadar içtim, bu yüzden tebessüm ediyorum” dedi. Ağzındaki sütten benim ağzıma tükürdü de biz onun ağzındaki sütü gördük.
Bu anlatılan vakaları İbnül-Cevzî "el-Vefa" isimli kitabında, başkası, İmam Muhammed bin Musa bin Numan gibi "Misbahuz-Zalâmi fil-Müsteğîsîne bihayril-Enâm (salatların en faziletlisi selamların en temizi ona ve ailesine olsun) fil-Yekazâtı vel-Menâm" isimli kitabında rivayet etmişlerdir.
Bu rivayetlerden biri de yine İbnü Nümân'nın zikrettiği hadisenin o (haberin kendisine bir vasıtayla ulaştığını söyleyen bir kimseden işitmiştir) dediki; İbrahim bin Sad rahımehullâh'ı şöyle derken işittim. Ben Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem şehrinde yanımda üç fakirle beraberdim. Bize açlık isabet etti. Nebi aleyhisselam’a geldim. Ya rasûlullah bir şeyimiz yok, neden olursa olsun üç müd (ölçek) yeter dedim. Bir adam bana rast geldi de taze hurmalardan üç ölçek verdi.
Abdullah İbnü Hasen ed-Dümyâtî rahimehullah'ın şöyle dediğini işittim:
Bana Şeyh Abdulkadir et-Tinnîsî, Dümyat’ın içinde şöyle anlattı:
Ben açlık hali üzere(taki) Medineye vardım. Peyğamberimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’e açlık sıkıntımı şikayet ettim. O'ndan -buğday et hurma- yemeği istedim. Ziyaretten sonra Ravza'ya girdim. Orada namaz kıldım ve geceledim. Birden bir adam beni uykudan uyandırdı. Bende uyanıp onunla beraber gittim.-ahlakı ve görünüşü çok güzel olan bir gençti- bana içinde tirit olan bir tekne(büyük tabak) getirdi üzerinde bir koyun kat kat hurma çeşitleri-seyhani ve diğer çeşitler- içlerinden ekmek çöreğide olamak üzere birçok ekmek Arabistan kirazı helvası vardı. Ben bunlardan yedim daha sonra o, genç çantamı et, kemek, hurmayla doldurdu ve dediki; Ben duha namazından sonra uyumuştum, rüyamda Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’i gördüm, sana bunları hazırlamamı emretti ve beni sana gönderdi ravzadaki yerini bana tarif etti. Bana senin canın bunları çekmişti istemişti dedi.
Dostum Ali bin İbrahim [bin süver] el Buseyrî’nin şöyle dediğini işittim. Abdusselâm bin Ebi’l-Kasım es-Saklî’nin şöyle dediğini işittim. İsmini unuttuğum sağlam bana şöyle anlattı: Ben Medine’tün-Nebi’de idim, hiçbir şeyim yoktu, zayıf düştüm. Nebi aleyhisselâm’ın kabrine geldim. Ey evvelkiler ve sonrakilerin efendisi, ben Mısır ahalisindenim, beş aydır senin komşunum, ben zayıf düştüm dedim. Sanra ya Rasûlullah Allah celle celâlühû’dan ve senden beni doyuracak vede memleketime çıkaracak birini görevlendirmeni istiyorum dedim. Sonrada kabri şerifin yanında çeşitli dualar yaptım ve minberin yanında oturdum. Birden bir adam hücrei Saadete girip dikildi bir şeyler konuşmaya başladı ve ey dedem (özür diliyor gibiydi) diyordu. Sonra yanıma geldi elimi tuttu ve kalk dedi. Onunla beraber kalktım, beni Cibril kapısından çıkarıp, Baki’a doğru götürüp ordan çıkardı. Birden karşımıza kurulmuş bir çadır, köle ve cariye çıktı. Onlara kalkın misafire akşam yemeği hazırlayın dedi. Köle kalktı odun topladı ve ateşi tutuşturdu. Cariye’de un öğüttü ve (külde pişen) ekmek yaptı. Adamda beni konuşarak meşgul etti. Cariye ekmeği getirdi ikiye böldü birde içi yağ dolu bir tulum getirdi ve ekmeğin üzerine döktü. Sonra Seyhânî cinsinden hurma getirdi ve Hays denilen (çekirdeksiz hurma, sadeyağ, keş ve undan yapılan) yiyeceği yaptı. Adam bana ye dedi. Bende az bir şey yedim ve çekildim. Adam ye dedi. Bende biraz daha yedim. Bana birdaha ye dedi. Bende, ey efendim aylardır buğday ekmeği nede daha fazlasını yemedim dedim. O da kalan yarım hisseyide benim akmeğimin artanının üzerine döktü ve bana ismin ne diye sordu. Bende falanca dedim. Bana, senin üzerine Allah celle celalühu yemin olsunki sen beni Dedem sallallâhu aleyhi ve sellem’e şikâyet ettinde, bu da ona ağır geldi. Bu saatten itibaren ne zaman acıkırsan, seni memleketine götürecek kimseyi Allah celle celâlühû sebeb yapıncaya kadar yiyeceğin sana gelecek. Köleye bunu al, dedemin kabrine ulaştır dedi. Köleyle beraber Baki’a kadar gittim. Ona sen buradan dön, ben yerime ulaştım dedim. Köle bana, ey efendim Peygamberimiz sallallâhu aleyhi ve sellem efendime şikâyet etmeyesin diye vallahi seni hücreye ulaştırana kadar senden ayrılamam dedi ve beni yerime ulaştırıp geri döndü.
Ben dört gün adamın bana verdiklerini yiyerek geçirdim. Sonrada acıktım birde ne göreyim köle bana yemek getirdi. Artık bundan sonra ne zaman acıksam köle yemek getiriyordu. Sonunda Allah celle celâluhû kendileriyle geri döneceğim kafileyi sebeb kıldıda onlarla Yenbu’a geri döndüm. Bu anlatılanlar efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’in bereketi ile gerçekleşmişti.
İbnü Nüman, senedini Ebü’l-Abbâs İbnü Nefis el-Mükri ed-Darîr’e dayandırarak şöyle dediğini rivayet etti:
Ben Medine’de üç gün aç kaldım da kabr-i şerife geldim ve “ya Rasûlallâh!.. Ben açım” deyip güçsüz düşüp uyudum. Bir kız ayağıyla beni dürttü, ben de kalktım. Bana, “davran” dedi. Ben de onunla beraber evine gittim. Bana buğday ekmeği, hurma ve yağ getirdi ve ey “Ebul-Abbâs!.. Ye, bunu bana dedem Resûlüllâh sallallâhu aleyhi ve sellem emretti. Ne zaman acıkırsan bize gel” dedi.
Ebû Süleyman Davûd bütün bunları görmesinden sonra, “Musannef”inde ziyaret hususunda şöyle dedi:
Bu anlatılan kıssaların ve benzerlerinin çoğunda şu hakîkat vardır: Resûlüllah sallallâhu aleyhi ve sellem’in bu mes’elede emir verdiği kişi değerli neslinden oluyor. Husûsiyyetle de istenilen yemek olduğu zaman. Çünki (bir kimse, bir kişiden kendisini) misafir etmesini istediğinde, o kişinin kendinden, sonra da kendinden olan yakınlarından başlaması değerli ahlakın güzelliğinin tamamlanması cümlesindendir. Dolasıyla, O’nun sallallâhu aleyhi ve sellem değerli ahlakı misafir edilmek isteyene vermek kendinden ve değerli zürriyetinden olur.
Seyyid Semhûdî şöyle diyor:
Bu babta hikâyeler çoktur.[129] Hatta bize de bu tür şeyler gerçekleşti. Sonra da bunlardan bazılarını anlattı. Ancak ben (kitabı) kısa tutmak için bunları aktarmadım.
***
[108] Hâkim, “el-Müstedrek” (3/516, 4285) İsnadı sahihtir.
[109] Sübkî, “Şifaus-Sikâm” (173), Semhûdî, Vefâu’l-Vefa (4/1371)
[110] İmam, Hafız, kadı, Ebu’l-Fadl İyad İbnü Musa el-Yahsıbî es-Sebtî hicri 476’da doğdu, Merraküş’te 544’de zehirlenerek vefat etti. Zehebî, “Tarîh’ul-İslam” (13/768), “Şezerâtü’z-Zeheb” (6/226), “Tezkiratül-huffâz” (4/96)
[111] Kadı Iyâd “eş-Şifa” (264) Müellif/Kadı İyâd bunu “Medârik”de de (1/211) zikretti, “El-Mevâhibul-Ledûniyye” (6/349).
[112] Huccet, şeyhül-İslam İmam Malik İbnü Enes El-Esbahi el-Medenî, mezheb kurucusu, hicri 179’da vefat etti. “Vefeyâtü’l-Ayan” (1/439), “En-Nücûmu’z-Zehîre” (2/96), “El-İber” (1/272),
[113] Emiru’l-Müminin Halife Abdullah İbnü Muhammed İbnü Ali İbni Abdillah İbni Abbas Ebu Cafer el-Mensûr el-Hâşimi el-Abâsî (Ö:198) “Tarih’ul-Bağdâd” (10/55), “Târih’ut-Taberî” (9/292-223)
[114] Hucurat:2,3,4.
[115] Hucurat:2,3,4.
[116] Hucurat:2,3,4.
[117] Nisa:65.
[118] İmam Ebu’l-Ferec Abdurrahmân İbnü Ebi’l-Hasen, İbnü’l-Cevzî diye meşhur, el-Kureşî el-Bağdâdî el-Hanbelî, Fakıh,Hâfız. (Ö:597) “Vefeyâtü’l-A’yân” (2/321), “ez-Zeylü Alâ Tabakâti’l-Hanâbile” (1/399), “Tezkiratül-Huffâz”(4135).
[119] İbnü’l-Cevzî, "el-Vefâ (2/802)
[120] Zehebî, “Siyer” (16/400), Tâc es-Sübkî, “Tabakât’uş-Şâfiiyye” (2/251)
[121] İmam Muhammed İbnü Musa İbnü Nu’mân “Misbahu’z-Zalâm” (61)
[122] Sülemî “Tabakâtü’s-Sûfiyye” (370)
[123] Hafız Ebu’l-Kasım Ali İbnü Hasen Hibetüllah ed-Dimeşki eş-Şâfiî, İbnü’l-Asâkir diye tanınır. (Ö:571) Sübkî, Tabakâtüş-Şafiîyye (7/70), “Şezeratüz-Zeheb” (4/95)
[124] Hafız Ebu’l-Kâsım İbnü Asâkir, Tarih(11/104)
[125] İbnü’l-Cevzî “el-Vefâ (2/802)
[126] İmam Ebu Abdillâh Muhammed İbnü Musa İbnü’n-Nu’mân el-Mezalî el- Merrâküşî (Ö:683). “Şezerâ tü’z-Zeheb” (7/670), Yâfiî “Mirât’ül-Cinân” (4/200), Zehebî “El-İber” (3/354),
[127] Semhûdî, Vefâu’l-Vefâ (4/138)
[128] Köşeli parantez arasına aldığımız bu parça asıl aldığımız baskıda birkaç parağraf aşağıdadır.
[129] Semhûdî, Vefâu’l-Vefâ (sh:1384)
Kaynak : Tevessül ve İstiğâse